Clark Üniversitesi’nden erken yetişkinlerle çalışan uzman psikolog Jeffrey Jensen Arnett, “Herhangi bir genç çifte evliliklerinin nekadar süreceğini sorduğunuzda, sonsuza kadar cevabını alırsınız” diyor. Clark Üniversitesi’nde yürütülen ve 18-29 yaş arası erken yetişkinlik dönemindeki 1000 kişinin katıldığı çalışmanın sonuçlarına göre, katılımcıların %86’sı evliliklerinin ömür boyu sürmesini beklediklerini ifade ediyor. Arnett ‘e göre geri kalan %14’lük kısım ise zaten evlenmeyi düşünmeyen katılımcılardan oluşuyor.
Fakat istatistikler, bu iyimser gençlerin yalnızca kendilerini kandırdıklarını gösteriyor. Amerika Birleşik Devletleri Sağlık İstatistikleri Ulusal Merkezi (NCHS) verileri, günümüzde bir çiftin 20. evlilik yıldönümlerini kutlama olasılığının, bozuk paranın yazı veya tura gelme olasılığından daha yüksek olmadığını gösteriyor. Buna göre, kadınların %52’si, erkeklerin ise %56’sı 20. evlilik yıldönümünü kutlayabiliyor. Uzmanlara göre, günümüzde yapılan evliliklerin %40 ila %50’si boşanma ile sonuçlanıyor.
Öte yandan, psikologlara göre bir ilişkiyi sürdürmek için yapılması gerekenler, zannedildiğinin aksine oldukça basit. Kısacası, Michigan ve Oakland Üniversiteleri’nde ders veren Terri Orbuch’un deyimiyle, “Partnerinizi memnun etmek için 10.000 dolarlık bir tatil planlamak zorunda da değilsiniz”. Peki, son araştırmalara göre, ilişkiyi sürdürebilmek için neler yapılmalı?
Küçük şeylerin büyük etki yaratabileceğini unutmayın. Orbuch tarafından yürütülen Evliliğin İlk Yılları Projesi’nin sonuçlarına göre, mutlu çiftlerin dörtte üçü partnerlerinin “kendilerini önemli veya özel hissettirdiğini” belirtirken, aynı durumun mutsuz çiftlerin yarısından daha azı için geçerli olması dikkat çekiyor. Orbuch, “Partnerinize önemsendiğini, sevildiğini, özel olduğunu hissettirmek için yapacağınız ya da söyleyeceğiniz küçük şeyler, ilişkinizin mutlu devam etmesi ve boşanmayı önlemek için oldukça önem taşıyor” ifadesini kullanıyor. Bu “olumlu ifadeler”, partnerinizin cüzdanına sürpriz bir not bırakmak ya da yorucu bir günden sonra omuzlarına masaj yapmak kadar kolay davranışları içeriyor. Orbuch’un analizlerine göre, erkekler bu olumlu ifadelere kadınlardan daha fazla ihtiyaç duyuyor. Eşleri tarafından olumlu karşılanmadığını düşünen erkeklerin boşanma oranının, diğerlerine kıyasla iki kat daha yüksek olması da bu analizi doğruluyor. Orbuch bu farkın nedenini, arkadaşlarına sarılan veya kuyrukta beklerken tanımadığı birinden iltifat alabilen kadınların aksine, erkeklerin olumlu karşılanma ihtiyacını yalnızca partnerleri aracılığıyla karşılayabilmeleri ile açıklıyor. Nazikçe tartışın. Gottman Enstitüsü ve Washington Üniversitesi Love Lab (Aşk Laboratuarı) kurucusu olanJohn Gottman’a göre, evliliklerde yaşanan sorunların %69’u asla çözümlenemiyor. Ancak araştırma sonuçları, asıl önemli olan hususun sorunların çözülmesinden ziyade, partnerler tarafından o sorunların ele alınış şekli olduğunu gösteriyor. Gottman’a göre, “Dengeli ve mutlu ilişkisi olan çiftler, mutsuz ya da ayrılan çiftlere nazaran birbirlerine karşı daha nazik davranıyorlar“. Yeni evli çiftlerin iletişim biçimlerine bakarak boşanıp boşanmayacaklarını %90 doğrulukla öngörebilen Gottman, mutlu ilişki yaşayan çiftlerle ilgili şu saptamada bulunuyor: “Bu çiftlerde partnerler birbirlerine karşı daha kibar ve daha düşünceli davranırlar ve problemlerini daha sakin bir şekilde gündeme getirirler”.
UCLA Üniversitesi’nden Justin Lavner tarafından 136 çift ile 10 yıl boyunca yürütülen bir çalışmada, 10 yılın sonunda boşanan veya birlikteliğini sürdüren çiftler arasındaki en temel farkın, bu çiftlerin evliliklerinin ilk yılında yaşadıkları sorunları ele alış tarzları olduğunu desteklemektedir. Buna göre, evliliklerinin ilk yılında yaşadıkları ilişki problemlerine öfkeyle ve karamsarlıkla yaklaşan çiftlerin 10 yıl sonra boşanma olasılıklarının daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Bu çalışmanın sonucuna göre, boşanmayı belirleyen temel faktörün partnerlerin birbirine bağlılığı, kişilik yapıları veya stres düzeylerinden ziyade, partnerler arasındaki iletişim tarzı olduğunu söylemek mümkündür.
Gündelik işlerinizden daha fazlasını konuşun. “Birçok çift birbiriyle iletişim kurduklarını sanıyorlar ancak aslında konuştukları tek şey sadece evi çekip çevirmek, yapılacaklar listesini oluşturmak veya işbölümü yapmak.“ ifadesini kullanan Orbuch’a göre hoş sohbet yeterli değil, aynı zamanda çiftlerin ne hakkında konuştuğu da oldukça önemli. En mutlu çiftler aynı zamanda umutlarını, hayallerini ve korkularını da birbirleriyle paylaşarak birbirlerini daha iyi tanımak için zaman ayırır. Gottman’a göre de çiftlerin kendileri hakkında konuşmaları ve ideallerinden bahsetmeleri, ilişkinin ortak anlamını ve amacını ortaya çıkarıyor
Güzel günlerinizi kutlayın. Yapılan araştırmalara göre, iyi günlerde partnerinizi desteklemeniz, kötü günlerde vereceğiniz destekten çok daha anlamlı olabilir. California Üniversitesi’nden Shelly Gable’nin 2012 yılında yayınlanan bir çalışmasına göre işyerinde terfi almak gibi olumlu bir gelişme sonrasında partneri tarafından desteklendiğini hisseden katılımcılar hem kendileri hem de ilişkileri hakkında daha iyi hissediyor. Ancak beklentilerin aksine kötü bir olay karşısında partnerinin desteğini hissetmenin kişinin her zaman olumlu hissetmesini sağlamadığı, hatta kimi zaman olumsuz etkiler doğurabildiği anlaşılıyor. Araştırmacılar bunu yangın alarmına benzeterek açıklıyorlar. Bu benzetmeye göre, yangın alarmını test edip de çalıştığını görmek, yangın anında çalıştığını görmekten çok daha hoşnut edici ve mutluluk vericidir. Çünkü ikinci durumda yangının çıkmış olmasının yarattığı olumsuz etki, alarmın çalışmasının verdiği olumlu etkiden daha baskındır.
Risk alın. Orbuch’a göre, “Bir ilişkiyi sıkıcılıktan daha fazla sarsan pek az şey vardır”. Orbuch ve ekibinin yürttüğü Evliliğin İlk Yılları Projesi’nde de, evliliklerinin yedinci yılında sıkıldıklarını dile getiren çiftlerin, evliliklerinin 16. yılına geldiklerinde de ilişkilerinden memnun olma olasılığının daha düşük olduğu anlaşılıyor. California Riverside Üniversitesi’nde sosyal psikolog olarak ders veren, aynı zamanda 2013 yılında yayınlanan Myths of Happiness (Mutluluk Mitleri) kitabının da yazarı olan Sonja Lyubomirsky, kişinin zamanla partnerine alışmasının doğal ama yavaşlatılabilir bir süreç olduğunu belirtiyor. Lyubomirsky’nin hazsal uyum (hedonic adaptation) teorisi, insanların yaşamlarında meydana gelen yeni bir kıyafetten, yeni bir işe ve yeni bir evliliğe kadar her türlü olumlu değişime alışmaya odaklı olduğunu savunuyor. Lyubomirsky, “Değişimin getirdiği olumlu duygular her seferinde gittikçe azalıyor. Burada asıl sorunun “Bu alışma sürecini nasıl yavaşlatabiliriz?” olması gerektiğini vurguluyor.
Bu soruya psikologların cevabı üç kelime ile yenilik, çeşitlilik ve sürpriz olarak özetlenebilir. Lyubomirsky, beraber denenecek yeni ve heyecan verici aktivitelerin çiftlerde ilk günkü hisleri tekrar canlandırabileceğini söylüyor. Bu tekniğin Stony Brook Üniversitesi araştırmacılarından Arthur Aron’un 1993 yılında yürüttüğü bir çalışmada elde ettiği, birlikte daha heyecan verici etkinliklere (yürüyüş, parti) katılan çiftlerin ilişkilerinde daha yüksek doyuma ulaştıkları, riske girmeyen ve belli rutinde devam eden çiftlerin ise benzer faydayı göremedikleri bulgusunu da destekler nitelikte olması göze çarpıyor.
Aşkın yeterli olmadığını bilin. Çift terapisti Nicholas Kirsch’e göre, “Belki de evlilik araştırmalarının bize öğrettiği en önemli şey evliliği sürdürmenin, diğer ilişkilerde de olduğu gibi, bilinçli çaba gerektirdiğidir. Pek çok insan birçok şey için hayat boyu eğitim alır. Eğer bir golf meraklısıysanız, haftada birkaç kez antrenmana gidersiniz. Eğer avukatsanız, sürekli devam eden bir eğitiminiz vardır; sanatçıysanız atölye çalışmalarınız olur. Ancak her nedense insanlar çift olmayı öğrenmek için çalışılması gerektiğine inanmaz ve bunun kendiliğinden gelişmesi gerektiğini düşünürler.” Evlilik ile ilgili düzenlediği eğitimlere katılan yeni evli çiftlerin, ancak ilişkilerindeki krizler müdahale gerektirince eğitim alanlara kıyasla 3 kat daha başarılı olduklarını belirten Gottman’a göre de ilişkiyi sürdürmenin yolları ne kadar erken öğrenilirse ilişki için o kadar olumlu sonuçlar doğuruyor. Gottman, şu ifadeyi kullanıyor: “Aşkınızın ve evliliğinizin uzun sürmesinin yolu sevdiğinize değer vermeniz ve o hayatınızda olduğu için şanslı hissetmenizdir. Ve bu değer duygusunu, çiftler ilişki içinde birlikte geliştirirler.”
Kaynak: Anna Miller’ın “Monitor on Psychology” dergisinin Nisan 2013 tarihli 12 numaralı sayısında yer alan “Can This Marriage Be Saved?” başlıklı yazısından çevrilmiştir. www.terapiportali.com’dan alınmıştır.